Şerif Mardin ve Türkiye’de Sosyal Bilimler

Boğaziçi Üniversitesi, kuruluş evresinde sosyal bilimler alanını açan hocası, Prof. Dr. Şerif Mardin’i yitirdi. 1976-1979 döneminde İktisadi ve İdari Bilimler dekanlığı da yapan hocamız, YÖK öncesi adıyla Sosyal Bilimler Bölümü’nün başında, birçok değerli bilim insanını Boğaziçi Üniversitesi’ne kazandırmıştı.

Siyaset ve Bilim İkilemi

Yarım yüzyılı aşkın bir süredir Türkiye’de modernleşme sorunsalının boyutlarının izini sürmek için başvurulan temel bilim insanı Şerif Mardin olageldi. Şerif Mardin Türkiye’de sosyal bilimler için bir tür turnusol kâğıdı işlevi gördü. Bilimsel ikliminin gidişatı ve doğruları en yetkin bir biçimde Şerif Mardin’in çalışmalarından izlenebildi. Şerif Mardin bilim evrenimiz için son derece önemli bir kimliği, muhalif kimliği simgelemiş bir entelektüeldi. Bu, siyasette olduğu gibi bilim alanında da kendini gösteriyordu.

Şerif Mardin güncelle arasına her zaman mesafe koymaya dikkat etmiş, 'ağaç'la 'orman' arasında konuşlanmaya özen göstermiş bir bilim insanıydı. Zaman zaman güncel siyasetle yakın temasa gelmiş, ama sağduyusu onu kısa sürede mesafe koymaya yöneltmişti. En azından üç kez bu tür yakın temastan söz etmek mümkün. Bunlardan ilki Mülkiye’den ayrılarak Hürriyet Partisi kurucuları arasında yer alması, bir süre partinin genel sekreterliğini yapması ve 1957 seçimlerinde Hürriyet Partisi’nden aday olması. Aynı yıllarda Türkiye’de hümanist çizgiye en yoğun katkıda bulunan Forum dergisini çıkaranlar ve yazarları arasında yer alması.

İkincisi 1970’li yıllarda Ecevit’in iktidara yöneldiği dönemde Özgür İnsan’daki katkıları… "Mülkiye Cuntası" diye ün salmış, Ecevit'in yakın çevresinde yer almasa da Özgür İnsan'daki yazılarıyla CHP'nin sosyal demokrat çizgisine katkıda bulunma çabası içerisinde olduğu dönem. Üçüncüsü ise 22 Aralık 1994’te işadamı Cem Boyner’in öncülüğünde Asaf Savaş Akat, Cengiz Çandar, Can Paker, Etyen Mahçupyan, Kemal Anadol, Mehmet Altan, Kemal Derviş gibi sanayici, işadamı, yazar ve akademisyenin katılımıyla, açık toplum, çoğulculuk, serbest piyasa ve özgürlük gibi liberal değerleri savunan Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucularından olması…

Şerif Mardin bu tür siyasal girişimlerde bulunmuşsa da her zaman akademik saygınlığını korumuş bir kimlikti. Siyasetle arasındaki bu git geller her seferinde onun düşünce kurgusunu bir sonraki aşamaya taşımış, kısa sürede kendi bilim dünyasına dönmeyi bilmişti.

Şerif Mardin son kertede muhalif bir kimlikti. İlk muhalefeti, güncel siyasete başkaldırışı 1956 yılında SBF Dekanı, Turhan Feyzioğlu’nun yaptığı bir konuşma nedeniyle Bakanlık emrine alınışı üzerine. Şerif Mardin, Turhan Feyzioğlu, Aydın Yalçın, Muammer Aksoy, Münci Kapani ve Coşkun Kırca ile birlikte Demokrat Parti’nin özgürlükleri kısıtlayıcı tavrına karşı koyarak üniversiteden istifa edecekti.  Gurubun içerisinde en kıdemsizleri Şerif Mardin ve Coşkun Kırca’ydı. Her ikisi de o dönemde asistandı. Şeref Mardin, Amerika’dan gelmiş,1954 yılında Mülkiye’de Siyasi İlimler asistanı olmuştu. İstifa ettiği sırada doktorası bile yoktu.  

Durkheim'dan Weber'e Şerif Mardin

Şerif Mardin’in kuşkusuz enigmatik bir kimliğe sahipti. Şifresini çözebilmek için Türkiye’deki kültür kodları ile ünsiyet peyda etmek gerekiyor. Bir sosyal bilimci olarak, Marx, Durkheim, Weber sacayağında Weber’e yakın olduğu söyleyebiliyoruz. Daha doğrusu zamanla Durkheim’den Weber’e doğru bir kayış söz konusu eserlerinde… Erken dönem çalışmaları, Genç Osmanlılar ve Jön Türkler’le ilgili eserleri daha bir Durkheim esintisi taşıyor. Bunu bir ölçüde doğal karşılamak gerekiyor. Zira Şerif Mardin Kıta Avrupası’nı iyi bilen bir bilim insanıydı. Galatasaray Lisesi'nde kara esintileri onun düşünce yapısını bir nebze biçimlemişti. Ancak, lisans ve lisansüstünü deniz aşır bir coğrafyada, ABD'de sürdürmesi onu Kara Avrupası kadar Anglo-Sakson literatürünü yetkin bir şekilde harmanlayabilen bir kimliğe dönüştürmüştü. Galatasaray Lisesi, ardından Stanford, John Hopkins, Hoover Institute ve Mülkiye ona bu geniş perspektifi sağlamıştı.

Din sosyolojisine bu denli yetkin bir biçimde uzanabilmesi ise günümüz sosyal bilimcilerinin göz ardı ettikleri, klasiklere, Marx’a, Durkheim’e, Weber’e hâkim oluşu sonucuydu. Türkiye’de sosyoloji her ne kadar Durkheim ile yola çıkmışsa da, iki dünya savaşı arası bilimde anti-klerikal bir düzeye varan din konusundaki tutum, din sosyolojisinin gelişiminin sürekli ertelenmesine neden olmuş, Durkheim 30’lu yıllarda büyük ölçüde unutulmuştu. Weber’in ise II. Dünya Savaşı ertesine kadar adı bile duyulmamıştı. Kapitalizm ve Protestan Etik’i 70’li yıllarda Türkçe’ye çevrilebilmişti. Şerif Mardin, 60’lı yılların sonlarından itibaren bir anlamda din sosyolojisinin öncü kimliği olacaktı.

Şerif Mardin bilim dünyasında iki şapkası ile biliniyor: Siyaset bilimci ve sosyolog. Oysa Şerif Mardin’in ilk göz ağrısı tarihti. Doktora tezinden üretilen The Genesis of The Young Ottoman Thought [Princeton University Press, 1952] bugün sayısız eserleri arasında farklı bir konuma sahip. Keza Jön Türklerin Siyasi Fikirleri:1895-1908 [Türkiye İş Bankası Yayınları, 1964] Genç Osmanlıları İttihat ve Terakki'ye taşıyan bir eser. Sosyolog olduğu zamanlarda bile onu sosyolojinin senkronik yapısından çok diyakronik boyutu ilgilendirmişti. Güncele her zaman mesafeli davranmış; tarihsel boyut onu cezbetmişti. Bir başka deyişle Şerif Mardin’in uğraş alanı tarihsel sosyoloji olsa gerekti. Religion, Society and Modernity in Turkey [Syracuse University Press, 2006] adlı eserinde yer alan teşekkürler de bunu kanıtlıyor: Halil İnalcık,  H.A.R. Gibb, Hurewitz, Stanford Shaw, Ernest Gellner, Paul Stirling bu isimler arasında…

Mülkiye'de Frenemik Bir İlişki

Şerif Mardin’in iktisatla ilişkisi frenemik bir nitelik taşıyordu. İngilizce’de “love-hate relationship” diye bilenen bir tavır bu. İlk yayınlanan monografisi SBF’de Sadun Aren’in yönetiminde başlatılan, bir Rockfeller Projesi olan Türk İktisadi Gelişmesi Araştırma Projesi kapsamında kaleme aldığı ve SBF Maliye Enstitüsü’nün yayınladığı Türkiye’de İktisadî Düşüncenin Gelişmesi (1838-1918) olsa da, sonraki eserlerinde ekonomizmi eleştirmekten geri kalmayacaktı. Bu nedenle yaşamı boyunca Marx’a daha bir mesafeli duracak; ekonomiden çok kültürü, daha doğrusu kültür kodlarını vurgulayacaktı.

Bu anlayış bir ölçüde entelektüel kimliğinin gereği akıntıya karşı kürek çekmekle, tavır koymakla da bağlantılıydı. Özellikle 60’lı yıllarda Türk sosyal ve siyasal tarihinin Marksizan yorumu ona dar gelmişti. O yıllarda, Türkiye’de yeterince sosyal bilim formasyonun oluşmadığı bir evrede Marx entelektüel çevrelerde egemen bir konum elde etmişti. Hele, kesinti hariç, 1954-1969 yılları arasında görev yaptığı Mülkiye’de, o tarihlerde düşünsel yaşamı biçimlendiren hocalarının çoğunluğunun Marx’tan esinlenmesi onu bilimsel bağlamda kaygılandırmış. Marx’a Weber’le karşı çıkmayı uygun görmüştü. “Historical Thresholds and Stratification: SocialClass and Class Consciousness” adlı makalesini bir anlamda Marx’a reddiye olarak kaleme alınmıştı.

Şerif Mardin olgunluk dönemi 1960-1980 evresinde sosyal bilimcilerin düşünce iklimine alternatif açıklamalar getirmeyi görev bildi. Türkiye’de sosyal bilim pratiğine Şerif Mardin’in alternatifleri üç ana eksende eleştirel bir gelişim gösterdi. Bunlardan ilki yukarıda sözünü ettiğimiz Türk sosyal ve siyasal tarihinin Marksizan yorumu. İkincisi tarihsel “olgular” (facts) arasında inancı dışlayan pozitivist görüşler; üçüncüsü ise Batı’yla ilişkileri basitleştiren ve “bilim”in çizdiği yoldan gidildiğinde Türkiye’nin son kertede batılılaşacağı kanısını pekiştiren görüş; bir başka deyişle “naif Kemalizm”.

Şerif Mardin, Türkiye’nin güncelliğini yitirmeyen “Doğu-Batı” sorununu en yetkin bir biçimde irdelemesini bilen bir bilim insanıydı. Ona göre “yerli” parokyal, derinliği olmayan yüzeysel bir bakış açısıydı; “yabancı” ise taklit; körü körüne Batı'nın peşine takılıştı. Eserleri bu, "iki arada bir derede" konumla yakından ilgiliydi.

Daha doktora çalışmalarını sürdürürken bile sosyolojinin ana sorunsallarından biri olan  “kesinti versus süreklilik”  [Change & Continuity] ikilemine dikkat çekmeyi ihmal etmemişti. Bunu en somut bir biçimde Continuity and Change in the Ideas of the Young Turk adlı kitapçığında gündeme getirmişti. Cumhuriyet tarih yazıcılığının kesintiyi vurgulayan boyutunu eleştirmekten geri kalmayarak kültür kodlarının sürekliliğini vurgulamıştı.

Çoğulcu Bir Modernite Anlayışı

Aydınlanma’nın tek tip “modernite” sorunsalına eleştirel açıdan yaklaşan Şerif Mardin, giderek “modernite”nin çoğulculuğuna yönelmişti. Tek tip evrim katmanlarının olmadığına, bugünkü Türkiye’yi anlamak için dünün Avrupası’nı bilmek gerektiğine dikkat çekerek, “taklit toplum bilimi” kavramını geliştirmişti. O’na göre Türkiye’de üç farklı toplum bilim anlayışı Türkiye’nin şekillenmesinde rol oynamıştı. Hauriou, Duguit örneklerinden yola çıkarak Fransız Toplum Bilimi ilk evreydi. Ardından özellikle Almanya’dan kaçan ve Türkiye’de 1933 ile birlikte etkin bir konum elde eden Alman bilim insanlarının etkisi altında Alman Toplum Bilimi geliyordu. Son olarak da Kıta Avrupa’sının II. Dünya Savaşı sonrası yenik düşmesi ardından egemen konuma gelen “Amerikan Toplum Bilim” anlayışı egemen olmuştu.

Türk modernleşmesinin kaçınılmazlığını vurgulayan, Türkiye’nin kendi iradesi dâhilinde ulusalcı bir çizgi izleyerek modernleşeceği görüşünü savunan aşırı indirgemeci [redüksiyonist] bir bilim anlayışına karşı çıkmış, bunu Kemalizmin entelektüel kalıntısı olarak yorumlamıştı. Bu süreçte 19. yüzyıldan miras iki öğenin, "ulusun önceliği"  (primacy) ve bilimcilik (scientism) anlayışının hâkim konumunu eleştirmişti. Cumhuriyet ideolojisinin Cumhuriyet’e intikal eden yapı ile Cumhuriyet’in kurmak istediği sistem arasındaki ilişkiyi görmezlikten geldiğini söylemişti. Maurice Barres’den esinlenen Kemalizm’in “milli irade” kavramının ulus inşa sürecindeki zorunluluğunu sorgulamıştı. Bir anlamda Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının Rousseau'ya olan bağlılığının sakıncalarına dikkat çekmişti.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Şerif Mardin, bir bilim insanı olarak sürekli evrim geçirmişti. Gençlik yıllarında Jön Türkler’e olan empatisi zamanla eleştirel bir nitelik kazanmış, başarısızlıklarına odaklanmış, anayasal monarşiyi yürütememelerini eleştirmişti. Bunda Jön Türkler’in isteksizliği kadar Osmanlı etnik ve dinsel gruplarının da olumsuz tavrının rol oynadığına dikkat çekmişti.“The Alienation of the Young Turks: A Attempt at a Partial Explanation of a ‘Revolutionary Conscience’” adlı makalesinde bu anlayışını belirgin bir biçimde ortaya koyuyor. Keza yabancılaşma konusunda yazdığı “Super-Westerniation in Urban Life in the Ottoman Empie in the Last Quarter of the Nineteenth Century” Jön Türkler’in bir başka açmazına dikkat çekiyor.

Şerif Mardin’in sosyal bilimlerde öncü kimliği 70’li yılların başında iki alanı daha kapsamıştı. Daha Batı’da bile rüşeym halinde olan sivil toplum kavramını Şerif Mardin akademik gündeme taşımıştı.  Aynı yıllarda İdris Küçükömer Antono Gramsci’den esinlenerek sivil toplumu irdelerken Şerif Mardin Weber eksenli liberal bir anlayışı benimsemişti. “Weberian Power, Civil Society, and Culture in the Ottoman Empire” bu alanda yazılmış özgün bir makale.

Şerif Mardin’in aynı tarihlerde sosyal bilimler yazınımıza getirdiği bir başka “yenilik”  merkez-çevre ilişkisiydi. Politik iktisat ve iktisat tarihi alanlarında birçok genç araştırmacı Immanuel Wallerstein’in izinde Türkiye’nin geri kalmışlığını irdelerken, Şerif Mardin’in merkez-çevre anlayışı Türkiye’de tarihsel ve günlük siyasetin açmazlarına yeni bir kapı aralamıştı.“Center-Periphery as a Concept for the Study of Social Transformation” klasikleşmiş bir makale olarak literatürde yer aldı. Şerif Mardin Merkez-Çevre ilişkisini elit yaratan bir mobilizasyon süreci olarak görüyordu.

Şerif Mardin, yarım yüzyıllık akademik yaşamı geride bırakırken gündem belirlemeyi sürdürebilmiş bir bilim insanıydı. Son yıllarda basında ve akademik dünyada sürekli tartışılan  “mahalle baskısı”  Şerif Mardin’in gözlemlerinin ürünüydü. Kemalizm’de iyi, doğru ve güzel düşünce biçiminin eksikliği üzerinde duran Şerif Mardin, topluluğun gözle inşa edildiğini, bakma kültürünün önemini vurguluyordu. Şöyle ifade ediyordu görüşlerini Şerif Mardin: “Bir topluluğun kurulması için değerlere ihtiyaç var. Değerlerin paylaşılması için ise ‘bakış’ olmalı. Herhangi bir topluluğun çalışabilmesi için bu değerlerin içinde özel bir değer tipi olması lazım: ‘iyi, doğru ve güzel’ hakkında düşünceler.”

Osmanlı Toplumunda Mahalle

Şerif Mardin'e göre Osmanlı toplumunda mahallenin gerçek bir birimdi. Mahallede caminin, imamın, onun okuttuğu kitabın belirli bir ağırlığının olduğunu, öte yandan esnafın tekkesinin anlam kazandığını vurguluyordu. Cumhuriyet’le birlikte bu yapıya bir rakip geliyordu. Bu, Cumhuriyetçi yapıda okul, öğretmen, öğrenci, öğretmenin kitabıydı. Şerif Mardin, uzun vadede bu iki inşanın rekabetinde öğretmenin geri planda kaldığını kaydediyor, mahallenin inşasında bir başka önemli unsurun “iyi, güzel ve doğru” hakkındaki düşünceler olduğunu vurguluyordu. Öğretmenli yapının geride kalmasının nedeni olarak iyi, güzel ve doğru hakkındaki düşüncelerin eksikliğinde görüyordu: “Cumhuriyette ‘iyi, doğru ve güzel’ hakkında çok derine giden bir düşünce yok. Avrupa’da yüzlerce, binlerce sene dindar olsun veya olmasın insanlar her iki grupta, iyi, doğru ve güzel konusunda tartışmalara girmiş ve bu konuda on binlerce sayfa yazı yazılmış. Bizim cumhuriyetimizde, öğretmenimizde iyi, doğru ve güzel hakkında derinliğine araştırılmış bir şey yok. Binlerce sayfa felsefi tartışma olmayınca ne kalıyor insanların bu değerlerini birbirine karşılıklı olarak üstüne alınmasında ‘göz’ kalıyor; ‘bakma’ kalıyor.”

Şerif Mardin’e göre, öğretmenin dünya görüşünde iyi, doğru ve güzel olmayınca mahalle baskısının önemli unsurlarından “bakma” devreye giriyordu; bu bir tür baskı ve kontrol mekanizması olarak işliyordu. Şerif Mardin bunu şöyle açıklayacaktı: “Mahallede iyi, doğru güzel hakkında bazı değerler var: İslami değerler. Aynı zamanda o değerlerin nasıl kullanılacağına dair bir hal çaresi var; ‘göz’ün erkek ve kadın farklılıklarının üzerine tepkisi. Mahallede göz bundan dolayı çok önemlidir. Öğretmenli yapıda da, ‘iyi, doğru ve güzel’in olmaması dolayısıyla mahalle bilhassa kadın ve erkek farklılıkları üzerinde değerlerini kondurduğu için, mahallede ‘göz’, ‘bakma’, ‘birbirine bakma’ bir kontrol şekli olarak çalışıyor.”

Şerif Mardin, Türkiye’de bu işte yalnızca mahallenin rolü olmadığını söyleyecekti. Belediyeler de “herkesi” gözetliyordu: “Gözle topluluk inşa edilir, sonra belediye geliştiği zaman belediyeler tarafından devralınır. Onun için belediye gözle görülecek olan bir şey yapıyor, örneğin içki içilecek yerleri şehir dışına gönderiyor. Mahallede gözle olan kontrolü belediyede her zamankinden daha sert şekilde yavaş yavaş ortaya çıkıyor.”

Türkiye’de bilim camiasının ve Boğaziçi Üniversitesi’nin başı sağ olsun…

Prof. Dr. Zafer Toprak / Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü

 

Share